Rafet Arslan
Modern, daha doğrusu Post-modern sanattaki kriz olgusu son otuz yılda yoğunlaşıp, günümüzdeki güncel sanat polemiklerinin başat konusu haline gelmiştir. Yapılan üretimlerdeki kısırlık, tekrar, düş gücünden ve tinsellikten uzaklık; bahsedilen krizin ilk akla gelen delillerindendir. Heykel, resim gibi klasikleşmiş alanlardaki üretimlerde düşüş gözükürken, gelişen "high-tech" kültürün güncel sanattaki izdüşümleri olarak grafik illüstrasyon, video art, dijital ekollerdeki üretimler de büyük bir artış göze çarpmakta.
Uluslararası bienallerde yakın geçmişin heyecan uyandıran yenilikçi işleri aksine; sürekli Dada, Fluxus gibi avant garde ekollerin tekrarı olmaya çalışan kompozisyonlarla karşılaşılmakta...
Fakat bu tartışmalar da, tıpkı güncel sanat pratiğindeki üretimler gibi küçük ve içe kapalı bir çevre içinde gerçekleşmekten kurtulamadı. Yazar, eleştirmen, akademisyen, sanatçı, küratör çemberinde; kapalı alanlarda süren bu tartışmaların da bir yerde tıkanmasını olağan karşılamalı. Bunun yanında, güncel sanattaki kriz durumunun mutlaka finans, medya, bilgi alanlarındaki küreselleşme ile bağları var. Batı merkezli uluslararası hale gelmiş sanat piyasasının geldiği yer, sponsorluk, küratörlük kurumu, star sistemi gibi önemli faktörleri de hesaba katmayı da gerektiriyor kuşkusuz. Fakat bu önemli faktörleri farklı bir sorgulamaya bırakıp, konunun daha pratik izdüşümlerini ele almak istiyorum.
Genişletilmiş sanat kavramının neden geniş kitlelerle buluşamadığı, küçük ve içine kapalı bir izleyici kitlesiyle sınırlı kaldığı sorusunu, yapılan işlerdeki kısırlık ile yan yana okumakta fayda var. Öncelikle güncel sanatın izleyicisi ile buluştuğu alanlara, mekanlara göz atmak gerekiyor. İki yılda bir ülke sanat gündemine oturan Bienal etkinliği, galeri, sanat merkezi gibi sergi alanları ve bunların ötesinde hayatın nabzının attığı sokaklar...
......
YAZI BÖYLE BAŞLIYOR